Üstadımız bu meseleyi açıklarken, Cenab-ı Hak hakkında suretin muhal olduğunu beyan etmekle o gibi kimselerin yanlış telakkilerine de işaret etmiş oluyor. Nurun meşrebi, batıl şeyleri tasvir etmemek ve zihinleri bulandırmamak olduğundan bu konuda fazla izahta bulunmuyor. Biz de aynı düstur üzere hareket etmeye mecburuz. Yine Üstadın bu “suret” kelimesi hakkında koyduğu çok önemli bir kayıt var: “sima-ı manevî” kaydı. Ruhun haricî vücudu olduğuna göre kendine has bir “manevi siması” da vardır.
Şöyle düşünelim: İnsanın bir siması olduğu gibi, mesela, Hz. Cebrail’in de bir siması vardır. Yani o, ruhlar âleminde bu sima ile Hz. Mikail’den, Azrail’den,.. ayrılır. İnsanın da ruhu bedeninden çıktıktan sonra Üstadın ifadesiyle “bütün bütün çıplak kalmaz.” Bir manevi gılaf giyer. O gılafa bürünmüş ruhun da bir siması vardır. O sima ile diğer ruhlardan ayrılır. Ancak, ruh da beden gibi mahluk olduğu ve Allah hiçbir mahlukuna ne zatında, ne sıfatlarında benzemeyeceği için bu manevi simaya da suret-i Rahman olarak bakmak hatadan salim olmayacaktır. En güzeli, Üstadın takip ettiği yoldur. Yani, insana bakıldığı zaman “ İlahi rahmet” çok açık olarak okunur. O, sanki “rahman suretinde” yaratılmıştır.
Burada önemli bir kayda da temas etmek gerekiyor. Hadiste, “Allah insanı ‘haşa!’ kendi sureti üzere yarattı.” denilmiyor da “rahman sureti üzere yarattı” buyruluyor. Ama bazıları bu hadisi düşünürken rahman kelimesini adeta unutuyorlar. Bu da önemli bir yanlışlığa yol açıyor.