Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez

vecize nefsNur Külliyatından çok hayatî bir mesaj:

“Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.”

“Nefis nedir ve nasıl ıslah edilir?” sorusuna cevap ararken, öncelikle onun iyi bir tarifini yapmak gerekiyor.

Bu konuda, tefsir âlimlerinden bir nakil yapalım:

“Nefis, bir şeyin zatı ve kendisi demektir. Ruh ve kalb manasına da gelir. … Şehvet ü gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniyeye de ıtlak olunur.” (Elmalılı Hamdi Yazır)

Tarifte geçen birinci manaya göre, “nefsini ıslah” ifadesini “kendini ıslah” etmek şeklinde anlarız. Nefis kelimesi, bu manasıyla, hem bedeni, hem de ruhu içine aldığına göre, her ikisinin de ıslah edilmesi söz konusudur.

Başkalarına yol gösterebilmemiz için gözümüzün görmesi gerektiği gibi, birisine bir şey öğretmemiz için de bilgi sahibi olmamız gerekir. Örnekler artırılabilir.

***

Nefsin ıslah olması, onun salih amellere yönelmesi demektir. Islah olan bir nefis yalnız güzel ve faydalı işlere talip olur; günah ve isyandan nefret eder ve bütün gücüyle uzak durur.

Salih amel, kuvvetli bir imandan doğar. Namaz kılmayan, oruç tutmayan ve diğer farzları yerine getirmeyen bir kişi salih amelden uzak kalmış demektir. Böyle birisinin başkalarının salahına vesile olması düşünülemez.

Namaz kılmayan birisinin namazın faziletlerine dair sözleri boşlukta kalır; dinlenilmez, kalbe ve ruha inmez.

Kibirliden tevazu dersi alınmaz.

İffetsizin ahlâk dersi dinlenilmez.

Merhametsizin şefkatten söz etmeye hakkı yoktur.

***

Cenab-ı Hak, iman nuruyla parlayan ve salih amellerle istikamet yolunda yürüyen bir nefsi cennet karşılığında satın aldığını beyan ediyor:

“Şüphesiz, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın aldı.” (Tevbe Sûresi, 111)

***

Nefis denilince hatıra gelen en yaygın mana, kötülüğü emreden nefs-i emaredir. Bu nefis, başta naklettiğimiz tarif cümlesinde, “şehvet ve gazabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye” olarak ifade edilmiştir.

Hz. Yûsuf aleyhisselâmdan enfes bir nefis dersi:

“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, şiddetle kötülüğü emreder. Meğer ki, Rabbim rahmetiyle esirgeye. Şüphe yok ki, Rabbim Ğafur’dur, Rahîm’dir.” (Yûsuf Sûresi, 53)

Yusuf aleyhisselam çok ağır bir imtihan geçirmiş ve kendisine yapılan menhus teklifi reddetmeyi başarmıştı. Ancak bu başarısıyla övünmemiş, gurur ve kibre düşmemiş, “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, şiddetle kötülüğü emreder. Meğer ki, Rabbim rahmetiyle esirgeye.” demek suretiyle o büyük tehlikeden ancak Allah’ın ihsanıyla kurtulduğunu ikrar etmeyi bir vazife telakki etmekle hem kulluk şuurunda, hem de tevazu hasletinde çok ileri olduğunu ilan ve ispat etmiştir.

Hz. Yusuf (as.) “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum” dedikten sonra devamla “Çünkü nefis, şiddetle kötülüğü emreder” buyurmuş ve bu ikinci cümlesinde doğrudan kendi nefsini nazara vermeyip mutlak konuşmakla, bütün nefislerin kötülüğü istediklerini ders vermiştir. “Benim nefsim şiddetle kötülüğü ister” dememiştir; zira, onun nefsi bütün peygamberlerde olduğu gibi ismet sıfatına sahipti; Allah rahmetiyle onu korumuştu.

Bu vesileyle Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözlerini bir kere daha hatırlayalım:

“…Ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakk’a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.” (Mektubat)

Bir ömür boyunca küfür ve dalâlet cereyanlarına karşı verdiği ilmî mücahedesiyle nice imanların kurtuluşuna vesile olması, bütün insanlığa Nur Külliyatı gibi bir hidayet rehberi hediye etmesi onun gönüllerde haklı olarak taht kurmasını netice vermiş ve kendisine layık olduğu hürmet gösterilmişti. O ise bunu tamamen Allah’ın ihsanı bilmiş, şahsına karşı gösterilen hürmet ve muhabbeti daima “Dert benimdir deva Kur’ân’ındır” diyerek Kur’an hakikatlerine yönlendirmiş, nefsine bir hisse vermemişti.

Burada bir hususa da temas etmek gerekiyor. İsmet sıfatı sadece peygamberlere mahsus olmakla birlikte, Allah’ın esirgemesi sadece onlara has değildir. Peygamber varisi büyük zatlar yanında, nice veli kullar da vardır ki, onlar da Allah’ın esirgemesi ve kendilerini hıfz ve himaye etmesi sayesinde hiçbir günah işlemeden tertemiz bir ömür geçirmişlerdir.

Yine konumuza dönelim:

“Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.”

Nefsin ıslah olması, onun ‘kötülüğü emretme’ hastalığından kurtulmakla kalmayıp iyiyi, güzeli ve faydalıyı istemesi ve sevmesi demektir.

Islah olan bir nefis, fenalıklardan uzak kalmış, boğucu dalgalardan kurtulmuş ve selamet sahiline ermiştir.

***

İnsanın bedeni ile ruhu arasında çok yakın bir ilgi vardır.

Organlardan birisi rahatsız olduğunda diğerlerinin tamamı görevlerini yapsalar bile yine o insan hastadır, üzüntülüdür, acı çekmektedir. Bütün organları sağlam olacaktır ki o kişiye sıhhatli diyebilelim.

Ruh dünyamız da buna bir yönüyle benzer.

İnsanın kâmil bir mümin olabilmesi için başta kalbi ve aklı olmak üzere bütün his dünyasının istikamet üzere olmaları ve rıza eksenli çalışmaları gerekir.

Akıl, kötü şeyler düşünüyorsa sıhhatli değildir ve ıslaha muhtaçtır.

Kalb, ehl-i sünnet itikadından sapmalar göstermişse, yanlış telakkilere ve bâtıl inançlara kapılmışsa, yaralıdır, tedaviye ve ıslaha muhtaçtır.

Göz, harama bakıyorsa, kulak haram sesleri dinliyorsa, mide haram gıdaları yoğuruyorsa, hafıza zararlı şeyleri barındırıyorsa, sevgi haramları seviyor, korku yaratılmışlardan korkuyorsa salih amelden nasip alamamışlar demektir.

İşte, nefsin ıslahı bütün bu maddî ve manevî cihazları yaratılış gayelerinde kullanmak, böylece marifet ve muhabbet sahasında ilerlemek ve Üstat Hazretlerinin ifadesiyle “cennete layık bir kıymet almak”tır.

Kısacası, nefsin ıslahı, kötülüğü şiddetle emreden nefsin bu çöküntüden kurtularak terakki yolculuğuna çıkması ve “Ey mutmaine nefis. Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. (Salih) kullarım arasına katıl. Ve cennetime gir.” (Fecr Sûresi, 27-30) hitabına mazhar olacak bir üstünlük kazanmasıdır.

“Mutmaine nefis” itminan bulmuş nefis demektir. İtminan; sebat ve istikrar manasınadır; iman konusunda, kalbin her türlü şek ve şüphelerden kurtulmuş olması, güzel amel konusunda ise bütün kalbiyle sevaplara yönelip, haramlardan nefret etmesi demektir. Böyle bir nefis, “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur (huzur bulur.)” (Râd Sûresi, 28) ayetinin sırrına ermiş, ne dünya, ne de ahiret nimetlerine değil, onları ihsan edenin marifet ve muhabbetine bağlanmıştır.

İşte bu nefis, ıslah olmuştur ve artık diğer nefislerin de ıslahına vesile olabilecektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.