Dinsizliğin ve ahlaksızlığın komünizm ve masonluk gibi birer şahs-ı manevi ile hücum ettiklerini gören Üstadımız, bütün bu yıkıcı cereyanlara ve zındıka komitelerine siyasetle karşı koymanın çok yetersiz ve tesirsiz kalacağını görmüş, bunlara karşı iman hakikatleri etrafında bir şahs-ı manevî teşkil etmek üzere Nur Külliyatını yazmaya başlamıştır. Bu mana, onun ruhunu o derece istila etmiştir ki, “İki elimiz var, yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir, topuzu tutacak elimiz yok.” diyerek siyasetle ilgili çalışmalardan ilgisini bütünüyle çekmiştir.
Öte yandan, “İman, mal-ı umumidir” buyurmuş ve iman hakikatlerini bütün insanlığa ulaştırmak için çalışmak gerektiğini, bu hususta parti, ırk, ülke ayırımı yapılamayacağını çok iyi bildiğinden, siyasetten uzak kalmıştır. “Nurların muhalifte de muvafıkta da müştakları olduğunu” söylemiş ve belli bir partinin elemanı gibi çalışmanın bu hakikatlerin muhaliflere ulaşmasına engel olacağına dikkat çekmiştir.
Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor. (Mektûbat)
Üstadımızın zamanında Rusya dünyanın ikinci büyük devletiydi ve komünizm faaliyetlerini dünya çapında yaygınlaştırmaya çalışıyor, ülkelere bu yolla hâkim olmak istiyordu. En yakın komşusu olan ve stratejik yönden çok büyük önemi bulunan Türkiye de bundan hariç kalamazdı. Nitekim bizim gençliğimizi de kendine çekmek üzere içimizdeki ajanları vasıtasıyla “sosyal adalet ve eşitlik” gibi komünist ülkelerde hiç bulunmayan hayali hedefleri ve idealleri gençliğin önüne koyarak onların fikirlerini celbe çalışıyordu. Siyasi alanda ise Halk Partisiyle işbirliği yapmaya çalıyordu. İşte böyle bir dönemde Üstadımız, Halk Partisine karşı açıkça cephe almış ve bunu şu ifadeleriyle çok net olarak ortaya koymuştur.
“Halk Partisi iktidara gelecek olursa, Komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyyen Komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaîye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” — Emirdağ Lâhikası
Üstadın bu ifadeleri siyasî değildir; memleketimizin geleceğinden endişe duyma namına bir vatanperverlik örneğidir. Üstad Halk Partisini böyle tehlikeli görmekle birlikte ona oy verenleri aynı kefede değerlendirmemiş, hatayı halk partisinin yüzde beşine vermiştir. Yüzde doksan beşine karşı tebliğ görevini yine şefkatle yerine getirmeye çalışmıştır