İ’lem Eyyühel-Aziz! Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağızı yap. Elbette yapamayacaksın.
Öyle ise Allah’a şirk yapma! اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Açıklama:
İnsan kendi vücudunu yapamayacağı gibi onun bir cüzünü de yapamaz. Meselâ, insan göz yapamaz, ancak gözlük yapabilir. İnsan ayak yapamaz, ancak ayakkabı yapabilir. İnsan el yapamaz ancak eldiven yapabilir.
“Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar.” cümlesi iki şekilde yorumlanabilir. Birisi, insan dışındaki bütün varlıklar da bir araya gelseler bir insan yapamazlar.
Diğer mana, başkaları da, yani diğer varlıklar da kendi vücutlarını yapamazlar. Ne güneş kendini yapmıştır, ne deniz, ne ağaç, ne hayvan..
Hiç kimse ve hiçbir varlık kendi kendine var olmadığına göre bütün bunları yapan ve yaratan Allah’tır.
Bir organını yapmaktan aciz olan insan, Allah’a şerik koşmakla, kendisini de bütün varlık âlemini de o şerikin yaptığını iddia etmiş oluyor.
Üstadın, “Allah’a şerik koşma!” demeyip de “Allah’a şerik yapma!” demesi çok manidardır. Demek ki, bütün varlıkları yaptığını, yarattığını iddia ettiği o şeriki insanın kendisi yapmıştır. Bu yapma iki şekilde ortaya çıkar:
Ya, putperestlerde olduğu gibi, kendi elleriyle yaptıklarına sonra tapmaya başlarlar. Yahut kendi fikirlerinden çıkan, kendi akıllarının mahsulü olan bir batıl inanca kendileri inandıkları gibi başkalarını da inandırmaya çalışırlar. Yani, putları ya elleriyle yaparlar ya akıllarıyla. El mahluk olduğu gibi onun yaptıkları da mahluktur, aynı şekilde akıl mahluk olduğu gibi onun düşünceleri de mahluktur.
O halde şerik yapmayı bir yana bırakıp, bütün mahlukatın yegane yaratıcısı olan Allah’a iman etmek, Onun rızasına uygun bir hayat geçirmek için çalışmak gerek.
Allah’a şerik koşanlara Üstadımızın bir teklifi oluyor. Siz şerik yapmayı bir tarafa bırakın da, şu insanın sadece bir organı olan dilini yapınız bakalım. Ve dili şöyle tasvir ediyor: Şecere-i kelimat.
“İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağızı yap.”
Üstad Hazretleri, konuşmamızı ve ağız yapımızı bir ağaca benzetmiş oluyor.
İnsan dili, sonsuz denecek kadar farklı kelimeyi konuşabiliyor. Bu haliyle muhteşem bir ağacı andırıyor. Diğer hayvanların konuşmaları, insanın konuşmasına göre, muhteşem ağaç yanında küçük bir ot gibi, çok cılız ve sönük kalıyor.
Koyunlar da inekler de birer hece ile konuşurlar. İsteklerini de dertlerini de o tek hece ile anlatmaya mecburdurlar. Kedinin de bütün sermayesi iki hecedir. Bazı kuşlar farklı sesler çıkarsalar da, onlar da bir ömür boyu aynı nağmeyi tekrarlama durumundadırlar. Yeni bir beste yapma imkânları yoktur.
İnsana gelince, bu noktada çok büyük bir servete sahip. Onun lisanı, sayılamayacak kadar farklı kelimeyi telaffuz edebiliyor.
Burada insanın konuşması bir ağaca benzetiliyor. Her insan ayrı bir âlem olunca, her insanın konuşmaları da farklı bir ağaç olur. Bir insanın bütün ömrü boyunca konuştuklarının tamamı bir ağaca benzetilirse, bu ağacın bir benzeri yoktur. Diğer bir insanın konuşmaları ondan çok farklı bir ağaçtır.
Adem babamızdan kıyamete kadar gelen ve gelecek insanlar sayısınca farklı “kelime ağaçları” var.
İnsanın sadece konuşmasının eşi benzeri olmazsa, Üstadın buyurduğu gibi bütün sebepler bir araya gelseler, onların ilimleri, iradeleri de olsa bir tek mahluku, mesela insanın ağzını ve dilini yapamazlarsa, bu açık gerçeğe rağmen bir insan nasıl olur da Allah’a şerik koşabilir?… Kendini ve bütün varlık alemini başka ilahlara isnat edebilir?