Sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalpleri celp etmek için o sikke-i ehadiyet içerisinde rahmet sikkesini ve rahimiyet hatemini koymuştur. Cümlesinden neler anlamalıyız?

Bir hadis-i şerifte, “İnsan ihsanın kuludur.” buyrulur.

İnsan eşyayı tefekkür ederken onlardan gördüğü fayda çoğu zaman öncelik kazanır. Bunun içindir ki, bedenimizde görev yapan bütün organlardan, kâinatta bize hizmet eden bütün sistemlere kadar her şeyde bizim için bir rahmet, bir ihsan vardır. İnsan bu faydaları, bu rahmet tecellilerini düşünmekle Rabbine daha fazla teveccüh eder. Onun içindir ki besmelede bin bir isim içinde rahmet ifade eden iki isim yer alır ve insan da bir işe besmele ile başlarken o işin sonunda Allah’ın rahmetiyle doğacak faydalı sonuçlara kalben nazar eder.

Biz Güneş’in ve Ay’ın yaratılış hikmetlerini rahatlıkla anlasak bile, falan galaksinin filan yıldızında bu hikmeti aynı netlikte okuyamayız. Kâinatın bir küçük misali olan kendi varlığımıza baktığımızda, saçımızdan tırnağımıza kadar her şeyde tecelli eden İlahî hikmeti daha net olarak okuyabiliriz. Bu rahat okumada “rahmet sikkesi”nin,  yani o şeyin bizim için bir ihsan, bir lütuf olmasını idrak etmenin büyük önemi vardır.

Gözün görmesi bir rahmet olduğu gibi elin tutması da ayrı bir rahmettir. Bir şeyi gözümüzle görüp elimizle tuttuğumuzda bu iki rahmet eserine bir üçüncüsü eklenir. Böylece gözle el arasında bir işbirliği gerçekleşmiş, ikisi aynı işe teveccüh etmişler ve sonuca ulaşmışlardır. Artık gözle eli başka ilahlara isnat etme sapıklığı çok ötelerde kalmıştır. Göz kimin eseri ise el de onun eseridir.

Aynı mana kâinatta da görülür. Güneşle denizler buharlaşır, rüzgârla taşınır ve uzak beldelerdeki bitkilerin imdadına yetişilir. O halde güneş kimin ise rüzgâr da onundur. Burada da sikke-i rahmet okunmaktadır, ama birincisi daha nettir. Aynı mana kâinatın tümünde de vardır, ama okumak için külli nazarlar gerekir. Herkes bunu tam başaramayacağı, her varlıktaki rahmet mührünü okuyamayacağı içindir ki, Cenâb-ı Hak, birliğinin mührünü tüm kâinata vurduğu gibi her bir cüziye de vurmuştur.

Rahmet sikkesi bütün canlılar âleminde bulunmakla birlikte, insanda ayrıca bir de  “rahimiyet hatemi” söz konusudur. İnsan bütün bu rahmet tecellilerini idrak edecek, ölçüp biçecek, güneşle göz, gıdayla mide, havayla ciğer arasındaki yakın ilgiyi kavrayacak bir kabiliyette yaratılmıştır. Bu üstün yaratılışı da onun için ayrı bir rahmettir.

Besmelenin birinci sırrında Rahîm isminin insanın sima-i manevisinde tecelli ettiği nazara veriliyor. İnsanın aklı, hafızası, bütün hissiyatı onun için ayrı birer rahmettirler. Bu hislerin tümü bir ruha bağlıdır. Onları birbirinden ayırmak, ayrı ilahlara isnat etmek mümkün olmadığı gibi, o ruhun hanesi olan bedende de aynı rahmetin tecelli ettiğini ve o bedeni kuşatan kâinatta da bu rahmetin tecelliye devam ettiğini görüyoruz. Ancak bu üçüncünün daha açık bir şekilde okunması için ilk iki tecelliyi düşünmek ve ondan üçüncüye intikal etmek daha kısa ve daha sağlam bir yoldur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.