“Nimetten in’ama geçsen Mün’imi bulursun.” cümlesi sorunun cevabında hareket noktamız olabilir. İnsanoğlu akıl sayesinde kendisinin hizmetine verilen her şeyin faydalarını, hikmetlerini bilebiliyor. Bu noktada hayvandan ayrılıyor. Mesela, hayvan da nefes alır, ama havayı tanımaz, “ciğer nedir, kan nedir, kanın kirlenmesi ve temizlenmesi nedir” bilmez. İnsan ise aklı sayesinde bütün bunları bilir. Ancak bu noktada kalır da bir adım ötesine geçmezse, yani havanın kendisi için bir nimet olduğunu, bu nimetin kendi kendine var olmadığını ve bu özelliklerle tesadüfen donatılmadığını düşünmezse Mün’imi yani o nimeti ihsan eden Rabbini bulamaz.
Eşyanın bize olan faydaları güneş gibi aşikârdır. Yine güneş gibi aşikâr olan bir başka hakikat ise bu eşyanın bizi tanımadıkları, bilmedikleri, bize merhamet etmekten uzak olduklarıdır. İşte bu ikinci hakikati düşünmeyen, nimetleri ve ihsanları gaflet ile geçiştiren, sefahatle sarhoşlaşan, dünya menfaatlerinde boğulup ahireti unutan kimseler bu İlahî rahmeti göremiyorlar. İşte başta peygamberlerin, sonra onun varisi olan büyük âlimlerin vazifesi insanların nazarlarından perdeyi kaldırıp “eserde müessiri, nimette ihsanı, rahmette Rahim’i, hikmette hakimi, ilimde alimi” göstermek için çalışmaktır. Bizlerde kendi çapımızda bu görevi yapmaya özenmeyi ve çevremizdeki insanları gafletten kurtarmaya çalışmalıyız. Bu çok büyük bir görev ve yine çok büyük bir mazhariyettir.