Allah’ın her bir eseri O’nun varlığından, birliğinden, hikmetinden, rahmetinden haber verir. Her bir eser bir mühür gibidir ve üstünde bu manalar yazılıdır.
Osmanlı altınlarının bir yüzünde padişahın ismi (turra-tuğra), diğer yüzünde ise paranın basıldığı yerin ismi (sikke) yazılıdır. Üstat hazretleri bu teşbihlerle, kâinattaki her bir eserde Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecelli ettiğini, bu yönüyle her bir eserin bir turra (tuğra) olduğunu, öte yandan her bir eserin bu kâinat tezgâhında dokunması cihetiyle de İlahi bir “sikke” taşıdığını ders vermiş oluyor.
Turranın Allah’ın varlığıyla, sikkenin de Allah’ın birliğiyle daha fazla ilgisi olduğu söylenebilir.
Mühür ve imza da ayrı bir teşbihtir. Burada da her bir İlahî eser bir mektuba benzetilmiştir. Mektubun sonunda imza ve mühür bulunur. O imzayı gören, o mührü okuyan kişi mektubun kimden geldiğini hemen anlar. Aynı şekilde, bu âlemde yaratılan her bir mahluk bir mühür, bir imza gibidir. Dağ bir mektup ise çiçek bir mühürdür. Ağaç bir mektup ise meyve bir mühür, bir imzadır. Gökyüzü bir mektup ise her bir yıldız, bir mühür, bir imza gibidir.
Özet olarak, sikke ve turra tabirlerinde her bir eser bu kâinat darphanesinde basılmış bir altına benzetilmiştir. İmza ve mühür tabirlerinde ise her bir eser yazılı olduğu sayfanın sonuna atılmış bir imza, yahut basılmış bir mühre benzetilmiştir.
Kâinat ağacının en son ve en cami meyvesi olan insan, bütün esmaya mazhar olması cihetiyle en mükemmel turrayı taşımaktadır. En son yazılması da kâinat mektubunun sonuna atılmış bir imza, bir mühür gibidir. Mühürden sonra artık bir şey yazılmaması, meyveden sonra ağaçta yeni bir şey teşekkül etmemesi gibi insandan sonra da ayrı bir canlı türünün yaratılmayacağına bir işaret de taşımaktadır.