Otuz Üçüncü Sözün “İnsan Penceresinde”, esmada bir ism-i azam olduğu gibi o esmanın nakışlarında da bir nakş-ı azam olduğu ifade ediliyor ve bu nakş-ı azamın insan olduğu belirtiliyor.
Bilindiği gibi ism-i azam bütün isimleri birlikte ifade etmektedir. Bütün âlemlerde tecelli eden bütün isimlerin insanda da tecelli etmiş olması cihetiyle insan “nakş-ı azam” oluyor. Bu tecellileri Üstad hazretleri üç grupta ele alıyor.
1- Zıddiyet itibariyle: Mesela, insan hadis (sonradan yaratılan) ve fani olmasıyla Allah’ın Kadîm (evveli olmayan) ve Bâki isimlerine ayna olur.
Veysel Karanî hazretlerinin münacatında bu tecelli çok güzel dile getirilmiştir:
“Yâ İlahenâ! Rabbimiz sensin! Çünki biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. ……
Hem sen Aziz’sin, izzet ve azamet sahibisin! Biz zilletimize bakıyoruz, üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek senin izzetinin âyinesiyiz.
Hem sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünki biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişmediği bir gına veriliyor. Demek gani sensin, veren sensin.
Hem sen Hayy-ı Bâki’sin! Çünki biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.
Hem sen Bâki’sin! Çünki biz, fena ve zevalimizde senin devam ve bekanı görüyoruz…… (Mektubat)
2- İnsanda numuneleri yaratılmış bulunan sıfatlarla İlahi sıfatlara ayna olmak: İnsan cüzi ilmiyle, kudretiyle, görmesiyle, işitmesiyle,.., Allah’ın Alîm, Kadir, Basir, Semi’,…, isimlerine ayna olur.
3- İnsan, bir eser olarak üstünde tecelli erden esmaya ayna olur. Şekliyle Musavvir ismine, hayatıyla Hay ve Muhyi isimlerine ayna olması gibi.
Şunu da ifade edelim: “Bir şey mutlak zikredilince kemaline masruftur.” Yani, o şeyin en mükemmel derecesi anlaşılır. Bu kaideye göre, insan denilince de insan-ı ekmel olan Resulullah Efendimiz (asm.) hatıra gelir. Nakş-ı azam hakikati en ileri derecesiyle onda kendini gösterir.